Bingöl küçük bir şehir, hepimiz birbirimizi babadan dededen tanırız.
Ancak şehrin gerçek yüzünü pek göremeyiz.
Mesela; okul sezonunda üniversitemize yaklaşık 17 bin öğrenci geliyor ve bunların büyük çoğunluğu yabancı, tanımayız.
Mesela; ilçelerden, çevre köylerden gelen ortaöğretim öğrencileri çok fazla, tanımayız.
Mesela; gündüz köylerinden gelip şehirde marketlerde, mağazalarda çalışıp akşam köylerine dönen genç kızlar ve erkeklerimiz vardır, tanımayız
Mesela iş-kur üzerinden işe alınıp, parklarda, bahçelerde ve benzeri yerlerde çalıştırılan veya torpili olduğu için çalıştırılmadan maaşları ödenen ama parayı köyde harcayamadığı için şehirde gününü kahve önlerinde, çay bahçelerinde geçiren sürüyle adam var, tanımayız.
Bütün bunlara rağmen bunlar şehrin farklı ve keyif veren renkleridir.
Bununla beraber bütün bunların katılımıyla meydana gelen hareketlilik şehrin birçok pisliğini de örtmektedir veya bizler bazı olumsuzlukları görmeyiz.
Bir şehrin büyüyüp gelişmesi farklı unsurların şehrin hayatına dahil olması veya edilmesi ile mümkündür.
Bütün bunların yanında ben aslında başka bir mevzuyu merak ediyorum, sizlerin de dikkatinden kaçmamıştır.
Öğrenciler, okullar kapandıktan sonra, iş-kur; çalışma süreleri bittikten sonra, köyde veya başka şehirde yazlıkçı olanlar gittikten sonra biz kaldık birbirimizi babadan dededen tanıyanlarla…
Bütün bahsettiğimiz unsurlar şehirden çekildikten sonra, yani ‘’evli evine, köylü köyüne gittikten sonra’’ son bir ay içinde neler gördük neler.
Yani şehrin gerçek yüzünü bu son bir ayda gördük.
Hani bizler Selahaddin’i Eyyubi’nin torunlarıydık?
Hani dedelerimiz Şeyh Said’in askerleriydi?
Hani Şeyh Şerif Bingöl’ün onuruydu?
Hani; Melekanlı Seyh Abdullah Fakih, Hasan Fehmi, Hacı Sadık, Seyh İbrahim, Şeyh Abdullah, Molla Emin, Molla Cemil, Süleyman Beg, Tahir Beg, Yusuf Beg, Ali Badan Beg bu şehrin gururlarıydı?
Hani bizim kahraman Yado’muz vardı?
Hani babalarımız Evren’in darbesine karşı çıktıkları için şehrimiz Cesur Bingöl’dü?
Hepsini sayarsam bu şehir ülkeye başkent olur.
Ancak;
Bingöl’de son bir ay içinde yaşanan çirkin olaylara baktıkça “biz kimiz?” sorusu sizlerin de aklına gelmedi mi?
Herkesi babadan, dededen tanıyan bir Bingöllü olarak burada bazı şeyleri yazmaktan hicap duyuyorum.
Mesela; Bingöl de travesti operasyonu yapıldı.
Hemen akabinde fuhuş ve şantaj operasyonu yapıldı.
Sıcağı sıcağına tefeci operasyonu…
Siyasetçinin siyasetçiye kumpasını gördük, siyasetçilerini yuhalayan vatandaşı gördük, vatandaşının bir damına göz diken mazbatalılar gördük, mazbatalıya köle olmuş idareciler gördük, gördükte gördük, gördükte gördük…
Söyleyin Allah aşkına neler oluyor bu şehirde?
Yoksa biz asil dedelerin asi torunları mı olduk?
İntiharları, tacizleri, hırsızlıkları, arazi mafyasını, şiddeti, mağduriyetleri, hak gasplarını saymıyorum bile…
Kıymetli hemşerimiz Servet Kocakaya’nın dediği gibi;
“Ben bu ay ölmezsem, ölmem ölmem hiç bir vakit.
Dağ gibi dedelere kıydı geçti sanki vakit.
Ne demeli şu pis torunlara, kal bu gece kal yada git.
Azrailim şu canımı, al bu ay, al yada git.
Güvendiğim dağ gibi siyasetçilere kar yağdı.
Kimi memleketi soydu, gün saydı.
Azrail'im şu canımı alsaydı.
Bu zalim siyasetçilerin, yöneticilerin ihanetiyle yandım.”
Sözleri biraz gündeme uyarladık. Bundan dolayı Servet Kocakaya’nın sanatçı yüreğine ve hoş görüsüne sığınıyor kendilerine muhabbetlerimizi iletiyoruz.