Artık gözlerimiz görmüyor. Görse de bakmıyor. Kulaklarımız duymuyor, duysa da anlamıyor. Vicdanlarımız ise uzun süredir sessiz, hissiz, cansız…
Artık gözlerimiz görmüyor. Görse de bakmıyor. Kulaklarımız duymuyor, duysa da anlamıyor. Vicdanlarımız ise uzun süredir sessiz, hissiz, cansız… Gazze yanarken, çocuklar parçalanırken, anneler bir mezar taşına sarılmak için sıra beklerken dünya derin bir uykuya dalmış gibi. Ne acı ki bu uyku, vicdanlarımızın ölü uykusudur.
Bir çocuğun ağlaması, dünyanın en evrensel çığlığıdır. Ama Gazze’de o çığlıklar bile yankı bulamıyor artık. Sanki dünyanın tüm sesleri, o sınırda duruyor, geri dönüyor. Çünkü bu çağ, görmediğini söyleyen, duymadığını iddia eden ve hissetmediğini itiraf etmeye dahi tenezzül etmeyen bir çağ. Bu çağ, teknolojiyle uçarken insanlığı unutanların çağı oldu. Kalabalıklar içinde yalnızlaşan, bilgi çağında gerçeğe yabancılaşan bir insanlık…
Televizyonlar ekran başında savaş görüntüleri sunarken araya giren reklamlar bize ne kadar uyuşturulmuş olduğumuzu hatırlatıyor. Bir yanda gökyüzünden düşen bombalar, diğer yanda bir fast-food zincirinin “mutluluk menüsü”… Oysa mutluluğun yaşama hakkı bile ellerinden alınmış bir halkın yaşadığı trajediyi izliyoruz; ama çoğu zaman sadece “izliyoruz”. Hissetmeden, düşünmeden, sanki bir sinema filmiymiş gibi.
Her patlayan bombayla bir umut daha yok oluyor. Her yıkılan evle birlikte sadece taşlar değil, insanların yüreği de paramparça oluyor. Fakat dünya suskun. Gazze’de doğan çocuklar, gökyüzünü değil sadece enkazı tanıyor. Oyuncak değil bomba sesiyle büyüyor. Annesinin ninnisi yerine, ambulans sireniyle uyuyor. Böyle bir dünyada, gerçekten “huzurla yaşamak” mümkün mü?
Uluslararası kurumlar açıklama yapıyor, toplantılar düzenleniyor, kınamalar havada uçuşuyor. Ama neticede yine olan mazluma oluyor. Çünkü bu dünya güçlülerin dünyası. Haklı olmanın değil, güçlü olmanın konuştuğu bir düzen var artık. Ve bu düzen, adaleti ancak kendi çıkarına uygun düştüğünde hatırlıyor.
Bu kör, sağır ve dilsiz halimizle neyi bekliyoruz? Bir gün bize de aynısı olursa mı harekete geçeceğiz? Empati, sadece başımıza geldiğinde mi geçerli olacak? Vicdan dediğimiz şey, sadece kendi çocuklarımız için mi devreye girecek?
Gazze bugün insanlığın aynasıdır. O aynaya bakan herkes ya kendi utancıyla ya da kendi insanlığıyla yüzleşir. Biz neyle yüzleşeceğiz? Çocuklarımız bize bir gün “O zamanlar sen neredeydin?” diye sorduğunda, suskunluğumuzla mı cevap vereceğiz?
Bu bir ağıttır. Ama aynı zamanda bir çığlık, bir çağrıdır: Uyanalım. Görelim. Duyalım. Hissetmeye başlayalım. Çünkü eğer bu sessizlik böyle sürerse, sadece Gazze değil, insanlık da helak olacak. Biz kurtulmuş değil, unuttuğumuz vicdanımızla birlikte zaten kaybetmiş olacağız.