SİZ ŞEYTAN İLE SİYASETÇİNİN HİKAYESİNİ BİLİR MİSİNİZ?
Bir varmış bir yokmuş...
Vaktin birinde(babalarımız zamanında) bir siyasetçi varmış, şeytanın ona yaptırmak istediğinin fazlasını zaten kendisi yapıyormuş. Hatta şeytanı dahi zorda bırakacak planları varmış. Şeytan bu siyasetçiden daha fazla zarar görmemek için onunla anlaşmaya karar vermiş. Görüşme talebinde bulunmuş ve siyasetçi hay hay, buyur gel demiş. Günü gelince şeytan üzüle büzüle siyasetçinin makamına varmış. Hoş beşten sonra düşmanlıklarının onlara zarar verdiğini, düşmanlıktan vaz geçip dost olmaları gerektiğini söylemiş.
Siyasetçi; “dost olmak yetmez, dostluğumuzu pekiştirmek için ortak olalım” demiş.
Şeytan; “ne iş yapalım?” diye sormuş.
Siyasetçi hemen atlamış; “geçen yıl soğan krizi vardı, gel seninle soğan ekelim.”
Bu durum şeytanın hoşuna gitmiş ve hemen kabul etmiş. Hazırlıklar yapılmış, tarla sürülmüş, ekin yapılmış. Bir zaman sonra soğanlar yeşermeye başlamış, uzamış, Soğan tarlasında sulama işi yapılırken siyasetçi şeytana, “gel seninle bir anlaşma yapalım” demiş.
Şeytan; “olur” demiş.
Siyasetçi şeytana ‘’sen soğanın altını mı istiyorsun yoksa üstünü mü?’’
Şeytan üsteki yeşilliğe aldanmış (aldanmak şeytanın doğasında var) altta ne var ne yok bilmediği için hemen ‘’ ben üstünü istiyorum” demiş.
Anlaşmışlar, şeytanın keyfi yerinde. Aradan kaç gün geçmiş, üstler kurumaya başlamış, şeytan elini yüzünü ovuşturmuş kenara çekilmiş. Siyasetçi güzel güzel soğanları toplamış, düşman olmama kararı devam etmiş.
Sonbahar gelmiş, siyasetçi şeytana yeni bir teklifte bulunmuş; ‘’Gel seninle buğday ekelim.” demiş.
Şeytan kabul etmiş, tarlayı tekrar sürmüşler, tohumları serpmişler. İlkbahar gelmiş buğdaylar yeşermeye başlamış. Gübreleme, sulama derken buğdaylar uzamış. Siyasetçi tekrar şeytana’’ gel seninle bir anlaşma yapalım’’ demiş. Şeytan tamam demiş. “Sen buğdayın altını mı istersin yoksa üstünü mü?”
Daha önce üstü isteyen şeytan zarar ettiği için bu defa hemen atlamış “altı istiyorum’’ demiş.
Gün geçmiş, buğdaylar başak vermiş, siyasetçi buğdaylarını biçmiş, samanını satmış, sıra şeytana gelmiş, makinalarla tarlayı kazmış, bakmış altı boş.
İkinci kez zarar etmiş olmak şeytana ağır gelmiş. Siyasetçiye ‘’seninle dostluğumuz buraya kadar’’ demiş.
Şeytan siyasetçiye ‘’bu saatten sonra ya ben ya sen’’ demiş.
Siyasetçi, şeytana; ‘’gel kozlarımızı mertçe paylaşalım’’ demiş.
Şeytan ‘’tamam’’ demiş.
Siyasetçi, nalburdan bir kazma sapı ile bir tane dört metrelik sırık istemiş.
Şeytana ‘’bunlarla dövüşeceğiz seç birini’’ demiş,
Şeytan hemen sırığı seçmiş. Şeytan avantajın kendisinde olduğu düşünerek sevinmiş, nereden bilsin odanın genişliğinin de uzunluğunun da dört metre olduğunu.
Kavga başlamış. Siyasetçi sakin. Şeytan sırığı bir türlü odanın içinde kullanamamış. Koltuğundan kalkan siyasetçi, kazma sapını almış ve şeytanı şeytan olduğuna, siyasetçi ile düşman olduğuna, dost olduğuna bin pişman etmiş. O günden sonra şeytan daha düşük ölçekte işler tutmaya başlamış. Ama işin kötüsü, o günden sonra her ikisi de garibanları kandırmaya, ezmeye, yoldan çıkarmaya devam etmişler. Belki de ortak kalabildikleri tek iş bu olmuş.
Eee şeytan, bu şeytanlığın hep sana kalmayacağını taa en başından anlaman gerekiyordu…