Evlilikler yeni başlangıçlar için önemli dönüm noktalarıdır. Kurulan aile ise toplumdaki en küçük yapıyı oluşturur. Ülkeler için aile stratejik öneme sahiptir. Hatta bazı ülkelerde çocuk sayısı veya sınırı yakın zamana kadar kanun ile düzenlenmekteydi. Bir ülkeyi savaş ile işgal edemeyenler bunun ancak aileyi bozarak, değersizleştirerek yapabileceklerini fark etmiş ve bu sinsi yolu kullanmaktadırlar.
Ailenin kuşatılması kalelerin içten fethedilmesi anlamı taşır. İçten içe kemirilir aile. Biter ve biterken de kimse tükenişinin farkına dahi varamaz. Adeta kendisini bitirenin masumiyetine inanır. Onu sever ve hoş görür. Celladına âşık olan maktul haline gelir. Ailenin en büyük ifsat edicisi; sinsi, aile düşmanı, değer tanımayan medya organlarıdır. Edep dışı, mahremiyet ve sınır tanımayan dizi furyasıdır. Dikkat ederseniz ülkemizdeki dizilerin baş figüranları oynadıkları filmlerde asla normal bir evlilikle yetinmez. Mutlaka her birinin bir kuytuda edepsizliğine ortak olan biri bulunur. Öyle bir hal almıştır ki bu durum, artık izleyici açısından ahlaki bir sorun dahi teşkil etmez. On yedi yaşında bir gencin evliliğine gösterdiği olumsuz tepkiyi, on yedi yaşındaki başka bir gencin yaşadığı nikâhsız ilişki karşısında göstermez. Oysa aile tarih boyunca hemen her millet, din, felsefe veya kültür tarafından önemsenmiş ve aileye belirli bir değer atfedilmiştir. Aile kurumunun korunması için çeşitli tedbirler alınmıştır.
Bu günlerde basında gezen bir istatistik var. TÜİK çeşitli konularda araştırma yapıp istatistiki bilgileri halka medya marifetiyle bildirilmektedir. Son veriler evliliğe dair idi. Daha doğrusu boşanmaya dair! Bol gösterişli nişanlar, şatafatlı düğünler, eksiksiz ve kusursuz törenler ile yeni bir aile kuruyoruz gençlerimize. Güle oynaya ve bol keseden harcama yaparak. Aman bir şey eksik olmasın diye iğneden ipliğe her şey ayrıntılı olarak düşünülüyor. Kimse kusur bulmasın, kimse “bunun düğünü onun düğününe göre sönük geçti” demesin diye bütün gayretler. “Sanki ömrümüzde kaç defa evleniyoruz ki” diyerek canına okuyoruz cüzdanımızın. Hep vitrine, hep kabuğa tüm yatırımlar. “Kim ne takacak” diye başlayıp “kim nediyecek” kaygısıyla hesapsız bir harcama çıkıyor ortaya.
Tamam, buraya kadar olanlar yakın zamanda neredeyse hemen her düğünde şahit olduğumuz durumlar. Ancak bundan daha büyük sorunlarımız var. Hiçbir masrafı göz ardı etmeden kurduğumuz ailenin bir adım sonraki hali için bir şey düşünen, fedakârlık eden yok. Dünün gençleri, bugünün ebeveynlerinin bundan sonraki yaşamlarına dair kimsenin bir fikri yok, kimseden ses çıkmıyor. O güllük gülistanlık, vur patlasın çal oynasın devresi sabun köpüğü gibi kaybolup gidince, evli çiftlerimiz sudan çıkmış balığa dönüyor. Çünkü sorumluluklarını, haklarını bilmiyorlar. Bilemeyince ve söz bitince, hayatın gerçek yüzü görününce, çaresiz kalıp birbirlerine karşı saldırganlaşıyorlar, kırıcı oluyorlar. Biri diğerine lafını esirgemiyor. Çünkü nerede ne zaman duracaklarını, sınırlarını, evlilik hukukunu, saygıyı, merhameti bilmiyor veya hangi durumda kullanabileceklerini kestiremeyip sonu boşanma ile bitecek yollara giriyorlar.
Oysa düğünler için gösterdiğimiz hassasiyeti, zor şartlar altında kurulan aile için de fazlasıyla göstermeliydik. Destek olmalıydık. Aksi halde boşanma vakıaları alıp başını gidiyor. Boşanmalar artınca, genç bekârlar da ağızları yanmasın diye evlilikten kaçıyorlar. Böylece birbirini takip eden zincirin halkaları gibi toplumdaki evliliklere darbe vuruluyor. Bu da aile dışı ilişkileri tetikliyor ve nikâhsız birliktelikler, Allah'ın haram kıldığı ilişkiler yaygınlaşıyor.
Esasen ebeveynler çocuklarının nasıl mutlu olabilecekleri hususunda ellerinden gelen desteği ve eğitimi vermek yerine korumacı bir tavır ile yaklaşarak eşlerin birbirlerine karşı kendilerini nasıl savunacaklarını öğretiyorlar. Kocalarına karşı kendini ezdirmemesi için kız anneleri sıkı sıkı tembihte bulunurken, erkek ailesi ise çocuklarının hanımına karşı sert olmasını, onu sürekli baskı altında tutmasını ve “kılıbık” olmamasını özellikle tavsiye etmekte hatta baskı oluşturmaktadırlar. Esasen evliliğin devam ettirilmesi hususunda destek olması gerekenler, bitirilmesi hususunda neredeyse işbirliği yapmaktadırlar.
Aile içi şiddet, ekonomik durumların yetersizliği, fikir olarak uyuşamama, eşe sadık olmama gibi durumlar da eklenince boşanmalar kaçınılmaz oluyor. Allah'ın en sevmediği helal olan “boşanma”lar arttıkça, toplumda bir alışma, kabullenme ve sıradanlaştırma durumu beliriyor. Böylece evlenme oranları da buna bağlı olarak düşüyor.
Gençlerimizin evlilik kurumu hususunda belirli bir eğitim, duruş, karakter, anlayış, hoşgörü sahibi olması gerekir. Gençlerin evlilik öncesi mutlaka bu süreçten geçirilmeleri ve bilinçlendirilmeleri önemlidir. Düşünün ki bir araç teslim edilecek kimseye trafiğe çıkması için belirli bir bilgi ve eğitim verilir, bu eğitimini de ömür boyu yanında taşıyacağı bir belge ile ispatlaması istenir. Aksi halde hukuken söz konu kişi cezalandırılır ve trafikteki insanlar ile araçlar açısından tehdit olarak görülür. Evlilikte ise bir insana başka bir insan emanet edilir. İnsan davranışları hususunda hiçbir eğitim verilmeden, aile eğitiminden bihaber kimselerin tüm eksiklikleriyle bir ömür geçirmeleri nasıl beklenebilir? Bu büyük bir eksikliktir ve giderilmesi gereken bir ihtiyaçtır. Aileden sorumlu birimler ve diğer ilgili birimler bu hususta harekete geçmelidir. Yeni evlilere veya evlenmek üzere olanlara çeşitli seminerler, eğitim programları düzenleyerek, yüz yüze görüşmeler yaparak bilgilendirmeler yapılmalıdır. İslam'da ailenin yeri, eşlerin birbirlerine karşı hukuku, Peygamberimizin aile yapısı ile ilgili uygulamaları eğitim sürecine dâhil edilmelidir.
Özetle, bu yapılmazsa toplumun manevi yapısı aileden başlayarak çöküşe geçecektir. 8 Mart Dünya Kadınlar gününe yakın bir tarihte bu istatistiki bilgilerin ilgili merciler tarafından okunup yorumlanması ve tedbir alınması elzem hale gelmiştir. Ayrıca kadına daha fazla özgürlük, iş hayatında daha fazla kadro derken kadının annelik vasfı, yuvayı ayakta tutma özelliği, annelik şefkatinin önemi ve aile bağlarındaki rolü unutulmadan hareket edilmelidir. Aile Bakanlığı gerçekten de aileyi korumak ve yaşatmak istiyorsa bunu öz bağlarımızdan, kültürümüzden, inancımızdan bağımsız olarak yapmamalı. Son istatistiklerden de anlaşılacağı üzere “evleniyoruz, mutluyuz” yerine “boşanıyoruz, mutsuzuz” cümlesini sıkça duyar hale geleceğiz.