Suç ve Caza
Eylül ve Leyla
Suç sabit olduğu zaman ceza kaçınılmaz değilse veya suçun büyüklüğüne göre cezanın oranı değişmiyorsa burada adalet kör, topal demektir. Ceza aynı suça eşit, farklı suça farklı olmak zorunda değil midir? Düşünün bir insanı suçsuz yere öldüren ile on insanı haksız yere öldürenin cezası nasıl aynı olabilir?
Mesela bazen kanunlarımız öyle cezalar veriyor ki duyunca şaka mı bu diyorsunuz.
Ceza kanununda tam adalet olmadığı için bu komedi ortaya çıkıyor. Mesela bir insanın suçu çok ağır olunca şöyle komik bir ceza verilebiliyor. Beş kez ağırlaştırılmış müebbet. Şimdi yine düşünün bir kez müebbet ile bin kez müebbet arasında realitede fark var mı. Tabiki yok. Çünkü bir insan bir ömre bir cana sahiptir. Mahkemelerimiz bazen bir insana mantığın, fiziğin, biyolojinin ve diğer alanların anlamsız bulduğu cezalar verebiliyor. Mesela 350 yıl gibi hapis cezası veriliyor. Lütfen yine düşünün . Bu güne kadar 150 yıl yaşayan bir insan evladına şahit oldunuz mu? Olmadınız. Peki 350 yıl hapsin sembolik olmaktan başka ne anlamı olabilir?
Buradan sözü nereye getirmeye çalıştığımı anlamışsınızdır. Hunharca ve canavarca bir hisle tecavüz sonrası öldürme gerçekleşiyor. Suç sabit ve kanıtlı. üstelik bunlar çocuk yaştaki savunmasız kız çocıklarına yapılıyor ve hemen hergün meydana geliyor.
Şimdi bu suçlu ceza için hakim karşısına çıkıyor. Tabi hakim de eli kolu bağlı. Ne yapabilir ki. Kanun neyi yazmışsa onu uyguluyor katile. Ama vicdanlar rahatsız. Suça karşılık ceza hafif ve komik kalıyor. Halk neredeyse tek ağızdan adalet (idam-kısas) istiyor. Yani suça denk ceza istiyor. Bazen cılız bir kitle de olsa karşı çıkanlar oluyor . Bu devirde idam mı olur diye? "Bu devirde cinayet ve tecavüz mü olur" demiyor da, adalet için istenen cezaya karşı çıkıyor. Bu cezalara karşı çıkanın bilinç altında ne yatıyor olabilir merak ediyorum. "Tecavüzcüye hakettiği cezayı vermeyin" diyenin; minik, masum kızların yerine tecavüzcünün hakkını öncelemesi inanılmaz ötesi hayret vericidir. Haksız yere öldürülen masum çocukların hayatına bir canavarın hayatını tercih edenin nasıl kokuşmuş bir düşünce yapısı var siz düşünün. Artık ülkemde Eylül'den sonra Ekim değilde Leyla'nın masum cesedi geliyorsa bu ceza hukukunun iflasının ilanıdır.
Sayın "Devlet Başkanı"mız idam önüme gelsin imzalarım diyor. Sayın "Başkan"ım diğer alanlardaki gibi bu alanda da yalnızlaştırılıyorsunuz. Onun için yine kendi göbek bağınızı kendiniz kesip, böyle "iğrenç suçlara" "idam kararnamesi" yayınlamalısınız. Aksi halde çocuklarımızı gözümüzün önünde kaçırıp sonra onları alçakça kirletip gömmeye devam edecekler. Bir Özgecan vardı. Melek misaliydi. Kuduz köpek gibi saldırıp parçaladılar. Bu kaçıncı Özgecan demiştik. Bu son olmalıydı. Sadece süt içebilen Leyla Yağlıkara'yı aç bırakarak toprağın bağrını layık görenlere dünyayı dar eden ve özellikle izlemek isteyenlere açık meydanlarda yağlı urgan kurulmalı.
Vicdanı sızlatan şu durumu da hatırlatmam gerek. Özgecan'ın, Leyla'nın ve Eylül'ün katillerinin hapiste ömür boyunca yediği yemeğin, içtiği suyun, kullandığı yatağın ve diğer tüm masrafların bedeli yine bu masumların babalarından kesilen vergilerle ödenmekte. Kimse katilini beslemek zorunda bırakılmamalı. Tecavüzlü ölümlere istisna bile olsa idam uygulanmalı.
Avrupa bu hususta müdahil edilmemeli. Avrupa ne der korkusu yaşanmamalı. Geçtiğimiz süreçte bakanlarımıza kadar uyguladığı iki yüzlü küstah politikaları da unutmadan cesur adımlar atılmalı.
Biliyorsunuz Özgecan'ın katilini hapiste yatan bir hükümlü öldürmüş ve 50 yıla yakın bir ceza almıştı. Başkaları kaosa sebep olmadan önce adaleti kanunlarımız sağlamalı, sağlayabilmeli. Adalet, her zaman ve her yerde. Acilen ve hiç vakit kaybetmeden. Özgecan Aslan...Leyla Aydemir...Eylül Yağlıkara...Kim bilir sırada hangi masumlar var.
Yeter artık!