Deizm ‘in Tanrısı Kime Küsmüş

Abone Ol

Bir tanrı düşünün ki tüm varlığıyla çekip uzaklara gitmiş. Kime kızdı, kime küstü de uzaklaştı bilinmez. Bir insan bile üç kuruşluk borcunu almak için bin türlü bahane bulur, almak için her yolu dener, sahiplenir, küçük bir çocuk oyuncağını kaptırmamak için olanca gücüyle ağlar, ortalığı birbirine katar; ama deizmin tanrısı elini çenesine koyup düşünen adam figürünü andırarak yarattığı her şeye sırtını dönmüş, giden gelmiyor şarkısını mırıldanıyor. Deistler ise Tanrılarının gidişinden razı bir şekilde ona ait olan ganimetleri keyifle tüketme yarışındalar. Sosyal medyada gözlemlediğim kadarıyla Deizm konusu ele alınıyor diye bazı Deist grup üyeleri sevinç çığlıkları atıp gündem olduk diye seviniyorlar. Hatırlarsanız bir aralar ülkemizde Satanizm böyle popüler hale getirilmiş ve uzun bir süre medya eliyle insanların gündeminde suni bir şekilde tutulmuştu. Lakin bir süre sonra insan fıtratı onu gündem dışına yani asli yalnızlığına göndermişti. Merak etmesinler, Satanizmin başına gelenler onların da başına gelecek ve haftalık parlayan pop starlar gibi bir süre sonra kaybolup gündem dışı olacaklar ve bizler hayatın ciddiyeti içerisinde günlük yaşamımıza devam edeceğiz. Deizm; kısaca tanrının varlığını ve yaratmasını kabul ettikten sonra tanrıyı hiçbir fonksiyonu ve müdahalesi olmayan etkisiz bir varlık gibi görme anlayışıdır. Buna dilimizde “yaradancılık” veya “tanrıcılık” da denilmiştir. Hristiyanlık inancına, kilisenin tekelleşme zorbalığına karşı 17 yüzyılda belirgin olarak ortaya çıkmış ve genel olarak da her türlü dinsel bilgiyi ve ilahi kaynağı reddetmiştir. Vahiy, cennet, cehennem, ahiret vb. her türlü metafizik olguyu da inkâra dayanır. Deizmin Ateizmden tek farkı fazladan bir tanrısının olmasıdır. Hatta ateizmin demirbaş bilgisi olan evrimi de kabul ederler. Kısacası sekülerleşme yolunda Ateizme varmadan önceki son duraktır Deizm. Felsefe tarihine bakınca bunu gibi mantıksız, tutarsız, saçma ve bazıları sapkın olan birçok fikre rastlarsınız. Bu durum felsefenin ruhuna da ters değildir, çünkü felsefenin özü sorgulamak, suyu bulandırmak ve düşündürmek, biraz beyin fırtınası yaptırmaktır. Düşüncenin olmadığı yerde ne doğru vardır ne de yanlış. Düşüncenin olmadığı yerde iman da yoktur, inkâr da, muhatap da… Buraya kadar her şey olağan bir seyirde fakat gerçekten olağan olmayan ve tehlike arz eden bir durum var. Bu da Müslümanın yaşantısının pratikte olmasa da teoride deizm ekseninde dönüyor olmasıdır. Şöyle gerçek hayattan örnekler verdiğimizde bizlerin inancımızın hangi tehlikeli sınırlarda gezdiği daha net bir şekilde anlaşılacaktır. Allah’ı vahyini kabul edip peygamber gönderdiğine ve peygamberler aracılığıyla kitap gönderdiğine yakinen iman eden bir mümin bilir ki yaratıcıya karşı çok ciddi sorumlulukları vardır. Bu sorumluluklarını da Kur’an vasıtasıyla öğrenir. İman sadece bilgi ile yetinmez. Bilginin hayata aktarılmasını da emreder. Bilgi hayata aktırılmadığı an teorik olarak deizme yolculuk başlar. Yani gerçekte peygamberlerin gönderildiği inancı var fakat öğretileri uygulanmıyorsa bu deizmin teorik olarak hayatımıza girmiş olduğunu gösterir. Tek fark ise deistin “inanmıyorum” dediği şeye sen “inanıyorum” diyorsun. “İnanıyorum” kelimesi, inancının gereklerini yapman için seni harekete geçirmiyorsa, bu iman hayatında pasif ve etkisiz demektir. Bu durumda deist ile aranda sadece bir “inkar-ret” çizgisi kalıyor. İnkârcı inkârını yaymaya çalışırken, Müslüman inanca dair tüm umudunu kaybedip mukaddesata küsmüş gibi hayatını sürdürmeye devam ediyor. Deist, meleklerin varlığına inanmıyor, dolaysıyla hayatındaki eylemlerin sonucuna dair bir önlem de almıyor. Fakat Müslüman meleklerin varlığına inandığı halde, meleklerin her şeyi gözleyip kaydettiğine inandığı halde, sonu azap olarak takdir edilen eylemlerine dikkat etmiyorsa deist anlayışa teoride yaklaşmış olmaktadır. Deist olmak için illa ki “niyet ettim deist olmaya” demeye gerek yoktur. Bir fikrin gösterdiği yolda ilerliyorsanız, sizi gözlemleyenler ne olduğunuza karar vermek için fazla zihin yormayacaklardır. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz sözü tam da bu durumu izah ediyor. Zaten deizm bir din değil, felsefi bir görüş, bir anlayış biçimidir. Peygamber etkisinden uzak kalan her mümin, fikri manada biraz deizme yaklaşmış olur. Hayatında ahireti çok da hesaba katmadan yaşıyorsa insan, biraz deizmin metaforunda yürümüş olmaktadır. Yani tesit anlamda iman ve ibadetlerden uzaklaşıldıkça deizme ve bir süre sonra ateizme doğru istemeden de olsa yol alınmış olur. Müslüman bu yönüyle bir fark ortaya koymadıkça, net bir çizgide durmadıkça, kendisini konumlandırdığı yer bir anlam ifade etmeyecektir. Allah’ın “başıboş bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz” buyruğu bile tek başına deizm felsefesini yerle bir etmeye yetecektir. Yeter ki Kur’an’a tabi olanlar ve olduğunu söyleyenler bu inançlarında zafiyete düşmesinler. Yeter ki ilhamını Kur’an’dan ve peygamber sünnetinden alırken; pratiği, fiiliyatı eylemselliği eksik bırakmasınlar. Çünkü sapkın deist ideolojinin amacı hayatı ve sonrasını fikri plandan ibaret bırakarak anlamsızlaştırmaktır. Her yaptığı yanına kâr kalacak anlayışına (amel-hesap dengesi) sahip olandan daha tehlikelisi olamaz. Aslında sorunumuz uyduruk bir fikrin yayılıyor olması değildir. Bu ve benzeri fikirler yüzyıllardır zaten vardır. Felsefe kitaplarında çürümeye terkedilen bu fikirler ne oldu da son bir yılda mahalle aralarındaki muhabbetlere kadar indi. Kim neden buna ihtiyaç duydu. Böyle yapay gayri fıtri anlayışlar değil sorunumuz. Sorunumuz doğru bir şekilde Kur'an bilgisini almayan gençliğin sağdan soldan yanlış bilgilerle bu eksikliğini tamamlama çabasına girmesidir. İnanç sağlam temellere oturtulmayınca dışarıdan gelen en ufak şüpheler zihinde tahribata yol açabilmektedir. Bu yönüyle inancın neyi gerektirdiği ve ne olduğu hususu önem arz etmektedir. Ülkemizde maalesef inanç alanı ve inançlı insan tanımı bazen eksik bazen de kimlik Müslümanlığı niceselliğiyle tanımlanmaya çalışılmaktadır. Mesela sürekli ülkemiz insanının 99 unu Müslüman olarak tanımlama çabası içerisindeyiz. Ancak kamuoyu araştırmaları ve anketleri durumun hiç de öyle olmadığını göstermektedir. 2017’de yapılan meşhur bir anket çalışmasının sonuçlarını sizlere aktarayım (MAK Araştırma Değerlendirme Danışmanlık A.Ş.). Anket şirketinin dine bakış açısı nasıldır bilemem ama araştırmalarının sayısal sonuçları durumun vahametini açıkça ortaya koymaktadır. Bu çalışma 2017’ de 23 şehirde ve 5400 kişi ile yüz yüze yapılmış. Bu şirketin anket verilerine göre meleklere inanmam diyenlerin oranı 15, Kur'an-ı Kerim’in vahiyle geldiğine inanmıyorum diyenlerin oranı 14, öldükten sonra dirileceğime ve bu dünyada yaptıklarımdan hesaba çekileceğime inanmıyorum diyenlerin oranı 9, Kur'an'ı Kerim'i Arapça olarak okuyamıyorum diyenlerin oranı 54, tüm ramazan boyunca oruç tutarım diyenlerin oranı 45, katılımcıların sadece 22 si ise 5 vakit namaz kılıyorum derken ara sıra gusül abdesti alırım diyenlerin oranı 17, gusül abdestini bilmiyorum / almam diyenlerin oranı ise 13 olarak çıkmıştır. Bu durum inanç açısından çok vahim bir sonuçtur. Asıl ciddi tehlikenin deizm gibi uyduruk ideolojilerden değil buradan geldiğini görmemiz gerek. İmanın herhangi bir esasını reddetmenin insanı İslam’ın dışına çıkardığı gerçeğini görmezden gelemeyiz. Kısacası deizmden farklı ve daha ciddi sorunlarımızın olduğu maalesef ortadadır. Bu yönüyle iş İlahiyat Fakülteleri’ne, Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’ne, Diyanet’e ve İslam dinini kendisine dert edinmiş samimi Müslümanların çabasına kalmaktadır. Maalesef durum vahim. Acil olarak tedbir almak gerek aksi halde deistlerin çabasına dahi gerek kalmayacaktır. Selam ile…